Cansu Korkmaz Molla. Serra’dan iki yaş büyük, 10 cm kadar uzundu. Biraz daha esmerdi. Gözaltları Serra’nınkilerin aksine çökmeye başlamamıştı. Ya da buraya da bir işlem yapılmıştı.
Parfümü tanıdıktı. Serra’nın parfümünden. En son iki sene önce orijinalini alabilmişti Serra. Şişe bu yılın başında bitince zamlı fiyatıyla yenisini alamamıştı. Muadilini bulmuş, doldurtmuştu. Muadili kalıcı değildi işte. Sabahki parfüm, Serra’da kalmamıştı. Ama karşısında oturan Cansu’dan tüm odaya saçılıyor mandalina kolonyasının kokusunu bastırıyordu.
Cansu omzundaki siyah saçlarını kulaklarının arkasına atıyordu. Sonra tekrar çıkartıp tekrar atıyordu.
"Evet, Savcı Hanım" dedi. "Açıkçası daha erken gelmek isterdim. Ancak iyice düşünmem gerekiyordu. Kaç gecedir uyuyamıyorum. Tekrar tekrar düşünüyorum o günü. Yanlış mı anladım, yanlış mı gördüm bir şeyleri diye ama hayır. Emimin artık.”
Serra tık tık işleyen saate baktı. Keşke kucaklayıp odanın dışına çıkarabilseydi şimdi şu saati. Cansu da baktı saate. Serra döndü. “Tık tık çok ses çıkarıyor değil mi ?” dedi. Cansu başını bilmem der gibi salladı.
"Evet Cansu Hanım, ne oldu o gün?"
"Bir cuma günü... Kızımın oyun ablası gelecekti. Aradı, "Rahatsızım," dedi. Eşimin toplantısı vardı, annemler şehir dışında. Benim de personelle toplantım var o gün. Aksatamam. İş hayatında çok önem veririm bunlara. Siz tutarlı davranmazsanız ciddiye almazlar başta. On senedir bu işin içindeyim. Zordur. İnsanlar yüzünü, gözünü güzelliğini emanet ediyor bize, kolay mı? Bu güvene layık olmak çok zor.
Serra’nın “Evet Cansu Hanım, sonra?” demesiyle yutkundu Cansu. Sözünün kesilmesinden hiç hoşlanmadığı belliydi. Ancak bu memnuniyetsizliğini belli ederek kendi yaşlarında bir kadın tarafından bir cümleyle susturulmuş olmasının içinde yarattığı infiali açığa çıkaramazdı. Devam etti.
"Şaibe annemi aradım o gün, açmadı. Nerede olacak ki dedim, evdedir, bir gezmesi falan yoksa. Ben de aldım Duru’yu çıktım evden. Gittik Şaibe annelere. Arabası kapının önündeydi. Ama zile basıyorum açmıyor. Üç dört kez bastım zile. Tam dönüyordum ki açtı kapıyı. Yüzü kıpkırmızıydı. Hızlı hızlı nefes alıyordu. Korktum. “Ne oldu anne?” dedim. “Bir şey yok. Lavabodaydım zor yetiştim,” dedi. Sözde evi süpürüyormuş, telefonu duymamış. Aslında kapıdan bırakıp çıkacaktım çocuğu. Ama Duru tutturunca 'Sen de gir,' diye, girdim. Salon sehpasının ortasında iki çay bardağı vardı. “Kim geldi?” dedim. Sözde sabah Adnan babadan kalmış. Adnan baba sabah orada çay içmez ki. Neyse burayı söylemeye dilim varmıyor ama ben bir erkek sesi duydum evde Savcı Hanım. Öksürük sesi yani. Ben irkilince Şaibe anne konuşmaya başladı. 'Birisi mi var?' dedim. 'Yok, kim olacak!' dedi. Üstüne gidemedim daha fazla. Şey… Savcı Hanım. O sırada Duru tuvalete koşunca Şaibe anne de peşinden gitti. Ben de evden çıkarken ayakkabı dolabını açtım el alışkanlığı. Halbuki dışarıdaydı ayakkabılarım. Olacak iş değil ama tozlu bir çift spor ayakkabı vardı dolapta. Bizden kimsenin değildi, eminim. Böyle eskice bir ayakkabı. Gri. Bayağı küçük numaralı bir şey. Erkek ayakkabısıydı bence. Evden çıktım, aklım Duru’da kaldı tabii. Toplantıyı nasıl bitirip Duru’yu geri almaya gittim bilmiyorum, inanır mısınız?"
Serra elindeki kalemi döndürüp duruyordu. "Bunları ifadeye geçmemiz gerek Cansu Hanım" dedi. Cansu başını salladı. "Eşimin haberi olur mu bu ifadeden?" dedi. "Dava dosyasında bulunur" dedi Serra. "Yani evet."
Cansu ensesini kaşıdı yavaşça. Serra’ya baktı tekrar.
"Savcı Hanım kayınvalidem farklı bir insandı. Değişik huyları vardı. Çoluk çocuk, torun torba bir aradayız mesela kalkıp kaybolurdu ortadan. Bir bakardık odasında kitap açmış okuyor. Farklı müzikler dinlerdi mesela. Rap dinlerdi inanır mısınız? Hayır kayınvalideler rap dinlemez diye kural yok tabii ki ama Şaibe annem yani. Dışarıdan bakınca tontiş bir anneanne, babaanne yani. Şaibe annemin arkadaşları Ümit Besen’de kalmışlar yani. Benim kayınvalide rap dinliyor turşusunu kurarken, düşünebiliyor musunuz?
Ümit Besen de dinlerdi ama… Bunları geçin bir de Adnan babayı umursamayışı yani. Düşünebiliyor musunuz kocanız sizi tıkır tıkır aldatıyor? Her şeyin de farkındasınız ama anlamamazlıktan geliyorsunuz. Adnan babanın şehir dışında olmadığını hepimiz biliyoruz mesela herhangi bir akşam. Ama 'şehir dışında' diye ilk Şaibe anne söylüyor. Değişik bir insandı rahmetli. Ahh bir de o alışverişleri. Dışı tontiş nine içi seksi şempa..."
Ciddiyet alarmı niteliğindeki öksürüğü ile kesti Cansu’nun sözünü Serra. Serra’nın ciddi bakışlarını bir kez daha içine çeken Cansu gözleriyle etrafı süzmeye başladı. Ah dedi Serra içinden. Şimdi keşke Cansu’nun karşısına oturup Şaibe’nin dedikodusunu yapabilseydi onunla. O da rahatlasaydı Cansu da. Hatta Çağatay’dan söz etseydi Cansu’ya. Hatta Çağatay’ın annesinden. Sonra kaşlarını, saçlarını sorsaydı. 'Mikroblading ne kadar sizin güzellik merkezinde?' deseydi.
Büşra’nın üç kez tıklattığı kapı sesiyle irkildi Serra. Büşra “Kusura bakmayın, beklettim bayağı Savcım,” diye girdi içeri. Yerine otururken Cansu’yu süzdü uzunca. “Evet, Cansu Hanım..." dedi Serra. "Bir cuma günü kayınvalidenizin evine gittiniz." Cansu’nun tekrar ettiklerini Serra toparladı, Büşra yazdı.
Cansu odadan ayrıldığında akşam saat 5.30’u gösteriyordu. Büşra eline aldığı evraklarla çıkmak üzereyken sordu Serra. “Kuyuşehir hep böyle bir yer miydi Büşra? Sen buralısın, bilirsin.” Büşra gülümsedi. “Nasıl bir yer savcım?” dedi.
"Anladın Büşra," dedi Serra. "Şaibeli bir yer."
"Bana göre savcım, bu Kuyuşehir'le ilgili bir şey değil. Parayla ilgili. Tüm zenginler böyle olmalı." Birlikte güldüler. "Allah’tan fakiriz," dedi Serra.
Büşra Serra’nın önündeki sandalyeye oturdu. Bir sır verir gibi düşürdü ses tonunu. Devam etti. "Öyle demeyin savcım, fakirlik de kötü. Bir evlenelim dedik düğünüydü eşyasıydı mahvolduk. Hakan memur, ben memur. Borcu ödedik bitti diyelim. Ne olacak? Hiçbir şey. Yenileri gelecek. Ömrümüz böyle geçiyor valla. Bakın Cansu’ya. Giyinmiş, süslenmiş geziyor. Bizim düşündüğümüz neyi düşünüyor? Tanıyorum ben bu kızı. Sınıf arkadaşımın ablasıydı yani. Bizim mahalleden. Savcım affedersiniz ama akılsızın tekiydi. Sonra gitti nasıl olduysa Molla’ların gelini oldu. İnstagram hesabı var bir de . 'ÇokÇalışanBakımlıanne' diye. En iyi anne, en başarılı, en güzel kadın oymuş gibi. Bir de yazmış 'güçlü kadının özellikleri' diye. Güçlü kadınmış! Gör de inanma! Kocasının adı olsun diye para vererek aldırdığı uyduruk diplomasını da profile eklemiş. Sanki büyük bir şey başarmış gibi!"
Serra 'haklısın' diyemedi. ÇokçalışanBakımlıanne’yi içinde tekrar etti.
"Hayat böyle bir şey Büşra," dedi. Konuyu dağıtmak istercesine güldü. "Ama sen de çok erken evlendin Büşra ya!. yirmi üçsün daha.” Büşra gülümsedi.
"Siz savcım?" dedi. "Düşünüyor musunuz evlilik?" Serra konuşamadan kapı tıkırtısıyla irkildi ikisi de.
“Gir,” dedi Serra.
Seçil Molla Özbağlamacı. Serra’dan 5 yaş büyük 2 cm kadar uzundu. Biraz daha beyazdı. Gözaltları çökmüştü. Parfümü güzel kokuyor; ancak Serra bu kokuyu bilmiyordu. Lacivert gömleğinin çiçeğindeki bordo, pantolonunun bordosuyla aynıydı. Ayakkabısının laciverti de gömleğinin lacivertiyle. Heyecanla konuşurken halka küpeleri de dans ediyordu.
Büşra bir yandan küpeleri izlerken kocasına gecikeceğini mesaj atıyordu. Serra bu sefer karşısındaki kadının konu dışı tüm söylemlerini susturmuyor, hipnoz olmuş gibi dinliyordu. Ya bu kadını susturacak gücü yoktu ya da Seçil Molla Özbağlamacı’nın anlattıkları eve gidince izleyeceği yemek programından daha ilgi çekiciydi. Yoksa bunların hepsi Baran’ın dediği market kitaplarını okuyan bir kadın olmasıyla mı ilgiliydi?
“Savcı Hanım” diyordu Seçil. "Cansu size ne söyledi bilmiyorum. Ama şunu biliyorum ki annemin dirisini rahat ettirmedi ölüsünü de ettirmeyecek. Kendince maceralar arıyor. Uyduruyor. Zaten avukatımız da meseleye hakim. İlgilenecek. Ancak ben dayanamadım buraya geldim. Mazur görün. Kalbim hâlâ küt küt. Kim bilir rahmetliye ölmeden önce yine niye bilendi de hakkında atıp tutuyor? Erdem yine ne istediğini yapmadı da intikamını alıyor? Yaptı daha önce biliyorum çünkü. Şimdi yaşadığı evden taşınmak istedi. Tutturmuş aşağı Sulak’a villa istiyormuş. Babam 'yok' dedi diye kıyameti kopardı. Dedikodu çıkardı kayınpederim kayınvalidemi aldatıyor diye pis iftiracı… Allah'ın görmemiş Kuyuçukurlu'su. Kardeşim yıllardır doyuramadı bunun aç gözünü. Arabası yetmiyor jip istiyordu geçen. Babası otobüse para veremiyordu da ayakları nasır tutuyordu geçen güne kadar. Ahh aah… Bir de fotoğraflar koyup altına yazmıyor mu? Jakuzi de fotoğraf koymuştu geçen ayaklarını çekip. Annem dedi ki 'Öyle şeyler koyma kızım,' Kıyameti kopardı. O bilirmiş her şeyi. Sanki babasının evinde jakuzi vardı görgüsüzün!"
Serra dalıp gittiği ve bunu yapmasa sabaha kadar dinleyebileceği konuşmayı önce içinden "Bir, iki, üç," sonra dışından "Evet, Seçil Hanım. Bana ileteceğiniz önemli bir şey var mı?" diyerek susturdu. Devam etti. "Dosyanın titizlikle incelendiğinden şüpheniz olmasın. Dosya ile ilgili önemli bir bilginiz varsa kayda geçelim. Eğer yoksa saat altı. Çıkmamız gerek."
"Ben sadece Cansu’nun sözüne itibar edilecek birisi olmadığı anlatmaya çalıştım. Aşırıya kaçtıysam kusura bakmayın Savcı Hanım," dedi Seçil. Lacivert çantasını eline alıp odadan yavaşça ayrıldı.
Birbirlerine bakakalan Büşra ve Serra kısa bir sessizlikten sonra gülmeye başladılar. Serra’nın gülüşü uzunca bir kahkahaya döndü. Kendini zar zor durdurup gözünden akan yaşı sildi. Burnunu çekti. Büşra’nın endişeli bakışlarını fark edince açıklama yaptı. “Bu sıralar psikolojim iyi değil galiba. Bu şehir insanı deli eder.”
Doktor Gamze’nin “Bu şehir insanı yutar,” demesini hatırladı. “Haklı kadın,” dedi içinden.
Büşra odadan çıkınca telefonunu eline aldı Serra. 'ÇokçalışanBakımlıanne' sayfasını ararken Çağatay yazarak çalmaya başlayan telefonunu açtı.
"Ben de çok yorgunum,” dedi. “Eve gidip duşun altına girmeden paklanmam. Git sen de aynısını yap. Jakuzi mi? İşe yarıyor mu? Bilmem daha önce denemedim... Bilmiyorum işte Çağatay... Evet Çağatay daha önce spaya da gitmedim... Ayrıca bizim evde de yoktu tabii... Evet Çağatay gerginim çünkü... Diyorum ya çok yoğundu... Tamam kapat... Hayır yarın akşam da yorgun olurum... Perşembe akşam ayarla o zaman... Tamam Çağatay olur bir dahakine jakuzisi olan ev bulurum, nereden buluyorsam. Senin gibi pamuk gibi olurum... Babamızın evinde jakuzi yok diye bu kadar gergin olduk zaten... Tamam Çağatay kapat hadi. Çıkmam lazım... Tamam sakinim kapat.”
Telefonu kapattı Serra. “Nereden çıktı bu jakuzi!” dedi. Odasından ayrılmadan günün son kahkahasını attı. Eve gitti. Duş aldı. Yemeğini yiyemeden de uzandığı yatağın üzerine uyuyakaldı. Rüyasında banyosundaki jakuzide ciğer yiyordu. Çağatay’ın annesi karşısına geçmiş “Babanın evinde var mıydı böyle keyif?” diyordu.
Zehra İlgün ÇAMLI
Comments