top of page

Leyla'nın Kardeşleri

Hülya HİÇYILMAZ


Sabaha kadar dönüp durmamış gibi erkenden uyandı Dilek. “Karanlık sabah mı olur?” diye mırıldandı. “Şu saatleri niye ileri almazlar? Sabah dediğin, perdenin arasından arsızca sızan ışıkla başlar. Sen de meydan okur gibi cart diye çekersin perdeyi, tüm vücudunu ışık kaplar, gözlerin kamaşır.”

O sabahlar ne zamandı?

Parmaklarını saçlarına geçirdi: "Mezarlıktan dönünce yıkanmam şart; yarına kadar dayanmaz."

Lavaboda buldu kendini, dişlerini fırçaladı, sabahlığının gevşeyen kemerini sıkıştırdı. Yatak odasından daha karanlık olan çalışma odasına girdi. Toz kokusu burnuna çarptı, soğuk hava onu üşüttü. El yordamıyla masa lambasını açtı, gözleri kamaştı. Kâğıtlar, kitaplar düzensizlik içinde yüzüyordu. Masanın üzerindeki kenarları külah gibi kıvrılmış deftere uzandı.

Gecesini perişan eden filmden aklında kalanları yazmaya başladı: Leyla’nın Kardeşleri.

Önce listeledi. Yoksulluk, yoksulluktan çıkmaya uğraşan genç kadın, ataerkil düzenden olumsuz etkilenen aile, hayali itibarı için ömrünü ve ailesinin refahını harcayan kara delik baba, kıran kırana mücadele veren Leyla.

Bu, Dilek’in kendini tanımak için bulduğu yeni yöntemdi. Önce film izler, etkilendiği karakter ve sahneleri not alırdı. Sonra “Bu durumda ben ne yapardım?” diye kendine sorardı. Neden ağladığını, güldüğünü ya da kızdığını tanımlamaya çalışırdı.

Keşke onun hikâyesi de jeneriğin akmaya başladığı ilk saniyelerde bitseydi. Telaşlı sinema seyircisi gibi koşar adımlarla salonu terk etseydi.

Tüm gece onu uyutmayan Leyla’nın “Bu geceyi sakın unutmayın,” deyişiydi. Dilek, kendi karanlık gecelerini düşündü. Unutmaması gereken o kadar çok gece vardı ki…

Hastane odasında annesinin yüzündeki çizgilerden taşan bunalım, abisinin borç batağındaki yüzsüzlüğü...

Babasının kararlarına karşı çıkan, erkek kardeşlerini yeni bir iş kurmaya ikna eden, çalışıp ayaklarının üzerinde duran genç kadın Leyla. Kendini ailesine adamış, yaşamın arka penceresinde kalakalmış Leyla. Aile fotoğrafı çeken ama poz verenlerin hiçbiri tarafından “Sen de geç, biz de seni çekelim,” diye insan yerine konulmayan Leyla.

Annesi hastanedeyken, abisi noter getirterek yazlığı satma hakkını verdiği günün gecesi, yangın merdiveninde sigara içerken Dilek “Sakın bu geceyi unutma,” dedi kendi kendine.

Oysa bunu kendine değil, abisi Erkan’ın yüzüne Leyla gibi haykırmalıydı: “Sakın bu geceyi unutma!”

Hastane odası sessizdi. Odanın içi, ilaç kokusu ve solgun sarı ışıkla doluydu. Annesi yatağın içinde iyice küçülmüş gibi görünüyordu.

Abisi her zamanki gibi borçlanmış, peşine alacaklılar düşmüş; kurtarıcısı annesinden, ölmek üzereyken son bir iyilik istemişti. Dilek yemek saatine yetişmiş, tepsi annesinin başucunda duruyordu. Erkan “Olması gereken oldu,” gibi bir şeyler geveleyerek yazlığı sattığını söyledi Dilek’e.

“Kadın ölürken bari rahat bıraksaydın,” diyebildi. 

Sandalyeyi yatağın yanına çekip oturdu ve annesinin solgun yüzüne baktı. “Anne, ne olur? Yoğurda ekmek doğradım. Bak, beklettim, iyice yumuşadı. Hadi birkaç kaşık ye.”

“Hiç canım istemiyor.”

“Lütfen ama, ilaçlarını alman için yemen lazım.”

“Hatırın için deneyeyim ama ısrar etme artık. Sen bir şeyler yedin mi?”

“Sen ye, ben de yiyeceğim.”

“Bak kızım, kendine dikkat et. Bu işler genetik. Sen kontrollerini sakın aksatma.”

“Öyle tabii; kanser kızlara, yazlık oğlanlara miras kalıyor, değil mi?”

“Terbiyesizlik etme,” demişti annesi.

Leyla: “Ben miyim terbiyesiz? Terbiyesiz, terbiye edilmeden yetiştirilmiş çocuklara denir. İyi bir şey yaptıklarında takdir edilmeyen, yanlış bir şey yaptıklarında ceza verilmeyen çocuklara denir.” Derken, yerinden fırlayacakmış gibi bakan gözleri ve başından kayan örtüsüyle Leyla’nın ataerkil düzene babası üzerinden başkaldırışı... İşte bunu Dilek asla yapamamıştı.

Farkında olmadan annesinin yüklerini sırtlamış, abisinin borçlarını daima çözmeye çalışmıştı. Ama ne olmuştu? Leyla gibi, o da aile fotoğrafında yer bulamamıştı.

Kalemini defterin ortasına bıraktı. “Anlaşılan, gece yetmedi; tüm gün Leyla'nın gölgesinde dolanacağım.Annemle bu filmi izleyemezdik ama ben bugün ona anlatacağım.”

Sandalyesini itti ve pencereye baktı. Hava hâlâ aydınlanmamıştı, sanki jenerik hiç akmayacak gibiydi.

  Hülya HİÇYILMAZ

 

 

 

 

 
 
 

Comentarios


bottom of page